“Dünyada medeni olmak, ilerlemek ve olgunlaşmak isteyen herhangi bir millet mutlaka heykel yapacak ve heykeltıraş yetiştirecektir.”
Mustafa Kemal ATATÜRK

Heykeller ve tablolar arasında...

Mudanya mütarekesinin imzalandığı tarih, büyük günlerimizden birisi idi. O, bir fecirdi ki arkasından Lozan güneşi doğacaktı. Mudanya, yıllardan beri savaş içinde kalmış Türkiye’nin barış güneşine açılmış ilk penceresiydi. Onun için yıldönümlerinde öneminin belirtilmesi, onun yazı, boya, mermer ve tunçla ifadesi lâzım gelirdi.

Bu seneki yıldönümünde Mudanya Anıtının açılması, bu siyasi, askeri zafere sanatın borcunu ödemesine imkân vermiştir.

Bir fıkramda daha önce de işaret ettiğim gibi, bu anıt bir kadın sanatkârımızın eseridir. Bahtiyarın ki o kadın sanatkâr, dostluk şerefini kazanmış olduğum Sabiha Bengütaş Hanımefendidir.

Mudanya anıtının açılmasından bir müddet sonra Ankara’da kendisini tebrik edenlerden birisi de ben oldum. O da eksik olmasın, birkaç dostunu bir çaya çağırırken beni de unutmadı.

Bu toplantı vesilesiyle sanatkârın evinde gözlerimize belli bir ziyafet veren heykeller ve tablolarla karşılaşmamız karşısında “kendisi istemese bile” kalemimize küçük bir vazife düşüyor. Bu vazife de bu özel sergi hakkında kırık, dökük bir iki satır yazmaktır.

Bu yüzde yüz özel sergi, bir anıtın açılmasını kutlamak ve kutlayanları ağırlamak için açılmıştı. Bu bakımdan şimdiye kadar gördüklerimizden büsbütün ayrı bir mahiyet taşıyordu. Orada gördüğümüz heykeller şunlardı : İnönü ve Bayan İnönü’nün d’apres nature yapılmış birer başları ile bundan birkaç ay önce yapılmış bir genç kız başı. Bundan başka mitolojik bir küçük eskiz de salonda idi. Bunlardan başka bize çoğu İtalya’nın çok şirin renklerini sunan otuz kadar tablo.

Sabiha Bengütaş zevciyle birlikte İtalya’da bulunduğu zamanlar, bir yandan Atatürk ve İnönü anıtları için çalışıyor; bir yandan da inlenmek istedikçe veyahut civarda gezintiler ve seyahatler yaptıkça bu tabloları yapıyordu.

Meselâ şu tablo, Gianicolo tepesinden Canpagna Romana’nın görünüşünü ışıkları ve gölgeleri birbirleriyle bağdaştırarak tespit ediyor. Hele şu taraftaki tablo karşısında Osmanlı tarihinin hazin bir sayfasını hatırlıyorsunuz. Burada Castel Sant Angela şatosu var ki burası en önceleri Adrianos’un mezarı iken sonradan papalar tarafından müstahkem bir kale haline getirilmiş, bizim Şehzade Sultan Cem on beşinci asır sonlarında burada mahsup kalmıştı.

Gene tarihimizden birkaç sayfayı hatırlatan bir başka tablo: Kapri’de bir teras üzerinden akşam saatlerinde yapılmış Villa San Michele. Doktor Alex Munte’nin meşhur kitabını bulabilirsiniz. Bu villânın orada ismi geçer.gene bu villânın arkasında Castel Barbarossa ismini taşıyan harabeler varmış ki 1535 yılında Barbaros orayı basmış ve şatoda birkaç gün kalmıştır. Bir levha daha: La Certosa Manastırının Kaktüsler ve Kapri köyleri arasından görünüşü. On dördüncü asırda Conte Altemura tarafından yaptırılan bu manastır, 1557 yılında Turgut Reis tarafından zaptolunmuştur.

Biraz kendi görüşüme, birçok da kendisinden sorup öğrendiğime göre, Sabiha Bengütaş, heykellerinde de, resimlerinde de tabiatın güzel taraflarına sadakat göstermek, çirkin ve lüzumsuz detayları atmak, onlarda sadelik ve ahenk yaratmak endişesiyle çalışır.

- Sanatta klasik veya modern diye bir tasnif yapamam! Bence esas olan şey, üslup değil, sanat kalitesinin mevcut olup olmadığıdır, diyor.

Kendisinden daha pek çok eserler beklediğim Sabiha Bengütaş hanımı samimiyetle tebrik ediyorum.

Dipnot: "Sabiha hanım’ın gazeteden keserek sakladığı bu köşe yazısı’nın yazarını (kenarlarının yıprandığından dolayı) maalesef bilemiyoruz, üzerine attığı tarih notundan köşe yazısı 7 Aralık 1948 tarihinde Ulus Gazetesi tarafından, yankılar başlıklı köşede yayınlanmıştır."

Yazar Bilinmiyor, Ulus Gazetesi
Yankılar başlıklı köşe yazısı 7 Aralık 1948

Site Haritası

heykeltraş

ressam

var gaJsHost = (("https:" == document.location.protocol) ? "https://ssl." : "http://www."); document.write(unescape("%3Cscript src='" + gaJsHost + "google-analytics.com/ga.js' type='text/javascript'%3E%3C/script%3E"));