Güzel sanatlara intisap eden kadınların umumiyet itibarı ile bir kusurları vardır: Kadınlık. Kadınlar sanatta “Kadın işi” yaparlar. Yani kuvvetsiz, adalesiz, hissin “hislilik” tarafından dökülen, fazla sert, bir rüzgara dayanamayarak yıkılıverecek işler. Beşeriyet sanat tarihi, üç dört kadın ressam kaydeder. Buna mukabil hemen hemen hiçbir kadın heykeltıraş ismine tesadüf edilmez.
Resimde, tatlı renkler ve hisli sahnelerin tasvirinde kendi fizyolojik ve psikolojik yapısına uygun bir faaliyet sahası bulabilen kadın, heykelde, benliğine tamamı ile aykırı mecburiyetlerle karşılaşıyor: fikrin, uzun müddet, bir tek şeyle meşgul olması, akli kuvvet istilzam eden bir teknik; soğuk ve ağır çamur külçeleri ile oynamak mermerin salabetini mağlup etmek, sert tahtalar yontmak ve nihayet alçının, bronzun nankörlükleri.
Kadının heykeltıraşlık vadisinde birkaç eser göstermeye başlaması ancak modern devrelere has bir hususiyettir. Heykeltıraşlık yapan birkaç kadınlar arasında erkeklerin çalışmaları ile kıyas kabul edilebilecek bir iki isimden başka bir şey görülemiyor. Memleketimizde ise, resim yapan, hatta Hale Asaf gibi eserlerini Avrupa müzelerine kabul ettiren epey kadın ressama mukabil, ancak üç, dört kadın heykeltıraş sayabiliyoruz.
Sabiha Bengütaş, bunların arasında, eserlerinin kuvvet ile mümtaz bir yer işgal etmektedir. Onun eserlerinde, bunların bir kadın tarafından yapıldığını gösterir hiçbir zafa tesadüf etmiyoruz.
Sabiha Bengütaş 1910 da İstanbul’da doğmuştur. İlk tahsilini husuî surette gördükten sonra 1924 te “Sanayii Nefise” mektebinin kız kısmına girdi. O zamanlar heykeltıraşlığa henüz hevesi uyanmamıştı. Bir çok heykeltıraşlar gibi, Sabiha Bengütaş, sanat hayatına, resim yaparak atıldı.
Sabiha iki sene kadar muallim Feyhaman’ın atölyesinde çalıştıktan sonra heykel yapmak arzusuna düştü.
Kız Sanayii Nefise Mektebi o zamanlar, memleketin geçirmekte olduğu derin istihalelerin icabatından olarak, taazzuv etmemiş bir şekilde idi. Esasen bir müddet sonra şimdiki Güzel Sanatlar Akademisine iltihak edecek olan bu mektepte, atölyeler çalışmıya pek gayrimüsait olduktan başka çok zamanlar model bulmak imkansızlığı ile karşılaşıyordu. Bilhassa heykeltıraşlık atölyesi de yoktu.
Sabiha Bengütaş dört sene, pek az talebeye mukadder bir çalışkanlık, bir ısrarile heykele kendisini verdikten sonra Akademide açılan Avrupa müsabakasına girdi ve birinci geldi. Buna rağmen, meçhul kalan sebeplerden dolayı, yerine Avrupaya başkası gönderilmişti.
Bir müddet sonra, Âbideler Komisyoun, İtalyada Kanonikanın yanında çalışmak üzere bir talebenin gönderilmesi için bir müsabaka tertip etmişti. Talebelik hayatında birkaç erkek talebenin de iştirak etmiş olduğu müsabakaların yedisini kazanmak gibi bir rökor kırmış olan genş sanatkâr, bu son müsabakayıda kazanarak İtalyaya hareket etti.
Kanonika, şöhrete ve servete malik olmak için kuvvetli bir sanat yapmaya muhtaç olmayan mesut sanatkârlardandır. Serveti sayesinde bütün aristokratik salonlara giren, İtalya yüksek sosyetesinde mümtaz bir mevkii olan, resmi mahafilce tutulan bu pek monden sanatkâr, bu günkü İtalya da, bir zamnlar Fransada bir Carolus-Duran’ın,b bir Eduardo Detaille’ın oynadığı rolü oynamaktadır. İşinin yarısını çıraklarına yaptırdığı söylenen, sanatte, asgari mesai ve azami istifade sistemini pek mesut bir şekilde tatbik eden Pietro Kanonika Sabiha Bengütaş’ı tatmin edemezdi.
Bu sebepten dolayı genç sanatkâr, Roma Güzel Sanatler akademisine yazılarak profesör Luppi’nin atölyesine devam eyledi. Sabiha’nın İtalya da iki sene çalışması tekarrür etmiş olduğu halde müddeti bir seneye indirilmiş olduğundan İstanbul’a döndü ve serbest talebe olarak yine Güzel Sanatlar Akademisinde çalışmaya başladı.
1933 te Sabiha evlenerek zevciyle birlikte Belçika’ya hareket etti ve orada bir seneden fazla kalarak Belçika’nın çok zengin müzelerinden, epey hareketli olan sanat hayatından istifade etti.
Bugün Sabiha Bengütaş’ı, esasen pk mahdut olan sanat mahfelerimizden uzaklaşmış buluyoruz. Sergilere muntazam surette istirak ettiği halde sanat ictimalarından uzak kalan Sabiha, yuvasını kurmuş mes’ut bir kadının hayatını sürüyor. Böyle bir tenkidi mazur göreceği ümidile diyebiliriz ki : bu sanatkârımız, kendisinden pek haklı olarak beklediğimiz eserleri vücude getirmekten istiğna gösteriyor. Bu cümle (az çalışıyor) şeklinde de tefsir edilebilir. Çalıştığı zaman kötü eser gösteren mutavassıt sanatkârları çalışmıya teşvik etmek sanat namına bir cinayetse, çalışmak yorgunluğuna katlandığı zaman kuvvetli işler meydana getiren sanatkârlardan da bu kabil tenkitleri esirgememek ayni sanat namına o derecede borçtur.
Biz şimdiye kadar Sabiha Bengütaş’ın birkaç taslağını, birkaç portresini gördük. Hepsinde de tesadüf ettiğimiz yüksek meziyetler, bu sanatkârımızın, canla başla işe tekrar koyulması hususundaki temennimizi takviye etti. Muhitimizin, en enerjik sanatkârı bile bedbinliğe, adamsendeliğe teşvik edecek bin bir sebeple dolu olduğunu, hatırı sayılır bir sanat faaliyetinin verdiği tecrübeyle, bilmiyor değiliz. Hiçbir şeref ve hiçbir mükafat beklemeden çalışmak bu günün Türk sanatkârı için bir umde şeklinde tecelli etmelidir.
Henüz taazzuv etmiye başlıyan sanat kolları arasında bu günkü mahsulün ne derecede bereketli olup olmadığını ati tayin edecektir. Hal böyleyken, bu günün kıymetleri arasında kat’î bir bilanço yapmanın, eserlere, müstahak oldukları yeri vermenin ne derece müşkül, hattâ imkânsız olduğu aşikârdır. Bu vaziyet karşısında istinga gösterenlerin, sanki her şey arzu ettikleri şekilde olmuş gibi neşeyle her gün daha güzel bir eser yaratmak istiyakı ile işlerine sarılmıyanların kendi aleyhlerine hareket ettikleri işaret etmek gerekir. Değerlerehaklarının verilmesi için son zamanlarda sezilmiye başlanan pek mes’ut emareler, pek yakında bir atide vaziyetin bambaşka olarak tecelli edeceğini göstermiyormu ? Bir müzenin kurulacağını, eserlerimizi bir sanat müzesinin duvarlarında göreceğimizi içimizden kim tahmin edebilirdi ? Bir Güzel Sanatler Müzesinin kuruluşu mevzubahs edildiği zamanlar bir çok sanatkârın acı acı dudak büktükleri hatırlardadır.
Sabiha Bengütaş’ın eserleri arasında bilhassa üç büst, onun sanat tekâmülünü bize gösteriyor.
Bayan Bedianın portresiyle (resim no) kendi valdesinin (resim no) ve zevcinin portresi arasında pek bariz bir zevk ve görüş farkına şahit oluyoruz.
Bayan Bedia’nın portresinde, kafayı ve boynu hemen hemen hendesî bir basitliğe rücu ettiren bir stilizasyon vardır. Buna mukabil, diğer iki eser, adale teşekkülâtına büyük bir ehemmiyet ve dikkat veren dinamik eserlerdir. Kafalar, ifadelerinin sanki bir takallusu sırasında vücude getirilmişlerdir. Yüzlerin çizgileri barizdir. Buna rağmen sanatkâr modelinin esaslı noktalarını gözden kaybetmemiş, lüzumsuz teferrüata düşmemiştir. Bu son iki eseri, Türk Güzel Sanatlar Müzesinin heykel kısmında görmeyi temenni ediyoruz.
Nurullah Berk / Türk Heykeltraşları Kitabı
Güzel Sanatlar Akademisi Neşriyatından İstanbul-1937